Senenin son gününde gözümü açtığım gibi Taksim’e gittim, Nüfus Müdürlüğü’ne… Yeni yılda her şey zamlanacak paniği ile siz ne stoklayanlardan oldunuz bilmiyorum, ama ben pasaportunu yenileyenlerden oldum. Geride kalan on yılıma eşlik eden pasaportumda o kadar çok seyahatimin anısı vardı ki, ayrılırken hüzünlendim. Yenisi içinse heyecanlandım, bana henüz hiç gitmediğim kadar uzak ülkelerin şansını getirmesini diledim.
Ardından eve geldim, işlerimi toparladım, peruklar, kıyafetler, hediyeler ve içkilerle dolu çantamı hazırladım. Ve Aslıpan’ın defalarca gitmiş olmama rağmen, hala her gidişimde manzarasına bir kere daha büyülendiğim evine gittim. “Yine geldik mekana hadi bakalım Yasinnnn!” diye şarkı söyleyerek tırmandım merdivenleri, her zamankinden daha ışıklı, renkli buldum bizim mekanı.

Müthiş zengin bir sofrada mezeler yiyip rakı kadehi tokuşturularak yapılan keyifli sohbeti 23:50’de bıraktık. Müthiş manzaralı terasa çıktık, havai fişeklerimizi ateşe verdik, sonra onu unuttuk, proseccomuzu patlattık. Derken ben Boğaz’ı izlerken, kulağımın dibinde bir şey patladı. Saniyelik sağır olduğumu düşündüm, öyle şiddetli bir patlama! Sonra onun havai fişek olduğunu hatırladık. O kadar kuvvetli ve iyi bir şey çıkmasını kesinlikle beklemiyorduk. Bombalanıyormuş gibi hissettik, üzerimize alevler saçıldı, sallandık, kulaklarımız çınladı. Yeni yıla “bomba gibi girmek” tam olarak böyle bir şey sanırım. Ertesi gün güvenlik kamerasından görüntülerimizi izleyince anladık ne halt ettiğimizi. O adrenalin hepimize iyi geldi, viski nar shotları devirdik, sabahın ilk ışıklarına kadar delilerce dans ettik, kılıktan kılığa girdik, kostümler giydik…
O kadar çok eğlenerek başladık ki yeni yıla! Bir ara halının üzerinde çılgınlar gibi dans ederken, “Şu anda başka hiç bir yerde olmak istemezdim.” cümleleri kuruyorduk, içtenlikle, birbirimize sevgiyle sarılarak. Diğer yandan bu ekiple yılbaşı gibi özel bir gün olmayan her toplandığımız günde zaten hep böyle eğlenmiştik. Havuz başı partilerimizi, gittiğimiz festivalleri, evdeki dans gecelerimizi andık ağzımız kulaklarımızda kahkahalar ve shotlar atarak… Bu ekibin benim hayatımda gün doğumu izlemek gibi spiritüel bir anlamı olduğuna içtenlikle inanıyorum artık.
Ertesi gün nispeten yatay düzlemde, parti yorgunluğunu atmaya ve ayılmaya çalışarak geçti. Hayatımda ilk defa yeni yıl için kararlar ve yapılacaklar listelerim olmadan bir yıla başladım. Pazar günü kendime gelince, vapura atladım. Elimde Vedat Milor’un Hesap Lütfen kitabıyla.
“Kendiniz için doğru ve iyi hissettirecek seçimler yapmanın ölçütü, mümkün olduğu kadar yaşadığınız andan zevk almaktır. Eğer hazlarınızı ve heveslerinizi gelecek ya da geçmişte arıyorsanız, şu an yaşadıklarınızla aranızda aşılması gereken ciddi sorunlar vardır. Bana kalırsa şu anda var olmanın en önemli koşulu bir insanın nelerden keyif aldığının bilincine varmasıdır. Maddi amaçlar uğruna her şeyi ertelemek doğru değildir. Hobilerinizi ve nelerden zevk aldığınızı düşünün. Gerçekten nelerden zevk aldığınızı bilirseniz hayatın ağırlıklarının giderek hafiflediğini bizzat görecek ve daha huzurlu hissedeceksiniz.“

Büyükada’ya ayak basınca, önce Lale Büfe’ye gittim, bir yengen söyledim. Yengenimi yiyerek, yokuşu tırmandım ve airbnb’den kiraladığım Lale Köşk’e ulaştım. Lale Köşk, bir ormanın karşısında, deniz manzarası gören ahşap tam bir ada köşkü. Ancak herhangi bir yanlış anlaşılma olmaması adına özellikle vurgulamak istiyorum, köşkün tamamını kiralayamıyorsunuz. En alt katında, sahipleri yaşıyor. Ondan bağımsız iki ayrı katı ayrı ayrı kiralanabiliyor. Ben küçük olan ve minicik şahane bir balkonu olan en üst katı kiraladım. Linki şurada.
Bütün bir günü bir tarafımda orman, karşımda denizin arkasında görünen İstanbul silüeti eşliğinde minicik balkonda şarabımı yudumlayarak geçirdim. Planlamam ve düşünmem gereken şeyleri pekala kendi evimde yapabilirdim ama bir şımarıklık yaptım ve bu balkonu tercih ettim ve bana o kadar iyi geldi ki.

Ben balkonda kitabımı okurken ve defterime notlar alarak şarabımı içerken, aşağıdan yürüyen bütün turistlerin heyecanla birbirlerine beni gösterip, bir takım imrenme cümlelerini duyunca gülümsedim. Onlara göre ben o köşkün sahibi, balkonunda şarabını içip kitap okuyan bir kadındım. O anda fark ettim, çok sıradan bir yatırım yapmak için aylık en az 10.000TL gibi bir ödeme yapmam gerekiyor, diğer yandan o bütçeden çok daha azıyla her ay fantastik bir ev benimmiş gibi davranmam mümkün. Böylelikle yeni yıl için ilk kararım kendi kendine ortaya çıkmış oldu.

Vedat Milor’un cümlesi de tam bu sırada bana göz kırpıyordu: “Bizi ne mutlu ediyor, ne kötü hissettiriyor ve ne yapmak istiyoruz? Size neyin huzur verdiğini düşünerek yola koyulun. Kendinizi huzurlu hissettiğiniz yerler, zamanlar ve insanlar ait olduğunuz yaşamın kapısını aralar.”

Ertesi gün sabah kahvemi yine minik güzel balkonumda içtikten sonra, ev sahibem bana tazecik evde hazırlanmış leziz ekmeklerle birlikte kahvaltımı getirdi. Göz altıma maskelerimi koyup, kahvaltımı ederken kendimi gerçekten çok mutlu hissediyordum.

Güneşli havanın davetkarlığına karşı koyamayıp, uzun bir yürüyüşe çıktım sonra. Ormanların içinden yürüdüm, hoşuma giden manzaralara karşı hiç bir yere yetişme derdim olmadan oturdum, Aya Yorgi’ye tırmandım, bir dilek mumu yaktım, sonra Yücetepe Kır Gazinosu’nda bir patates kızartması ve bir bira söyledim, yolda gitar çalan birinin yanında durup onun müziği eşliğinde bulutları izledim.

Sonra tekrar aşağı indim, harika evlerin olduğu bir caddede yürürken, keyfim cilalıyken, turist bir çift durdurdu beni. “Can you speak English?” Hiç bir yere acelem yoktu, bütün sorularını cevaplayabilirdim. Beni şaşırtan bir soru sordular. “O taraftan geliyorsunuz. Orada ne var? Yürümemize değer mi?” Bence kesinlikle değerdi, müthiş bir doğa ve şahane evler vardı. Onları kesmedi, bunun için yürümenin anlamsız olduğuna ve kesinlikle değmeyeceğine, meydandaki kalabalık arasında bir çay içmeye karar verip geri döndüler. Gülümsedim. Beni inanılmaz mutlu eden bir şey, başkasına anlamsız geliyordu. Onların tercihleri de benim için manasızdı. Hayat ne tuhaf diye düşündüm bir kere daha.
O gün Vedat Milör’ün kitabını okudum. Her görüşüne katılmasam da, durup hayat hakkında biraz daha düşünmeyi sağladığı için sevdiğim bir kitap oldu. Hoşuma giden cümleler her zamanki gibi karşınızda:
- Fazla tevazzunun sonu vasat insandan nasihat dinlemektir. – İbni Haldun
- Hayatımızı güzelleştirmenin yolu, bize dayatılanı önemli hale getirmekten değil, kendi iç sesimize daha çok kulak kabartmaktan geçiyor.
- Hayatta birçok şey var ki bir takım tavizler vermeniz gerekiyor. Aksi takdirde kimseyle bir şey yapamazsınız ve yalnız olursunuz. İstemediğim o şeyleri yapmazsam duyacağım pişmanlığın, en çok istediğimi yaparken duyacağım hazdan daha fazla olabileceğini biliyorum.
- Başkalarının istekleri yerine kendi isteklerinizi tercih etmek bencillik değil özerkliktir. Yaşamımızı olduğundan daha iyi hale getiren büyü tam da buradan, toplumun bizi yönlendirme biçimlerine karşı seçimlerimizi gerekçelendirmekten geçer.
- Kendinize ayırdığınız zamanı okuyarak ve düşünerek geçirdiğinizde dışarı çıkıp farklı insanlar gördüğünüz zaman hem soracak iyi sorulara, hem de anlatacak iyi hikayelere sahip oluyorsunuz. Sürekli benzer insanlarla konuştuğunuzda ise hayatınız monotonlaşıyor.
Ada kokulu sevgiler, monotonlaşmadan kalın!
“Patlamalı Yeni Yıl Partisi, Büyükada, Lale Köşk, Aya Yorgi ve Hesap Lütfen!” üzerine 5 yorum