Bugün şirkette yaptığım işler için birinci çeyrek dönem dönem raporu hazırlarken, aynı şeyi iş dışındaki hayatımda da yapmaya karar verdim. Böylece günün sonunda elimde bir fincan kahve, arka fonda müziklerim, önümde ajandam “Senenin birinci çeyreğini nasıl devirdim?” sorgulamamla karşınızdayım.
- Seyahatler: İş olarak oldukça yoğun geçtiği gibi, bu kış hava da oldukça sertti malum. Kombiyi 65 dereceye ayarladığım evimdeki koltuğum oldukça cazibeli ve davetkar olmasına rağmen, geride kalan üç aya kısa ama keyifli pek çok kaçamak sığdı: Büyükada, Nefes Mekan, Eskişehir ve Adana.
- Gurme Keşifler: Annemin bu dönemde İstanbul’da olması ve onun evinin İstanbul’daki pek çok restoran ile kıyas kabul etmeyecek çeşit ve lezzetteki yemekleri sebebiyle olağan düzenime kıyasla çok az dışarıda yemek yedim. Dışarıya çıkış konseptim genellikle yemekten ziyade, içmek ve dans etmek odaklıydı. Bu yüzden pek restoran keşfi yapmadığım ama müthiş lezzetlerle evde beslendiğim bir dönem olduğunu söyleyebilirim.

Daha çok rakı içmek için bir yerlere gittik, yemek bahanesiydi. Gümüssuyu’ndaki Madam Niça ve Nişantaşı’ndaki Yekta yeni keşiflerimden oldu, ikisinde de leziz mezeler yedim. Türkçe pop eşliğinde eğlenmek içinse Esnaf yeni favori adreslerimizden.
Bu dönemde gittiğim ve size şiddetle tavsiye edebileceğim iki restoran: Endonezya mutfağı Koali ve Fikret Adana Ocakbaşı. Endonezya ve Adana mutfağı aynı cümlede. 🙂
- Barlar ve Gece Hayatı: Blok Maçka, Blok Bomonti, Corridor, Hunhar, Wu pek çok gece yolumu düşürdüğüm her seferinde de oldukça güzel zaman geçirdiğim mekanlar oldu. Yeni mekan keşfi olarak Dekk, Gian ve Otuzyedi Arnavutköy‘ü sayabilirim. En azından yüz kokteyl devirmişimdir buralarda.

Klein Phonix’te Jan Blomqvist, Gioli & Assia ve Wolfson’u dinledik. Her iki gecede de durduğum alanda 18 -20 kilometreye denk gelecek kadar çok adım attığımı düşünürsek, çok eğlendiğim ve dans ettiğim tartışmaya açık değil tabii ki.
En fantastik olan ise Adana’da sonunda pavyon deneyimi yaşamaktı. Hala hayatımda “ilk”lerim olmasını çok seviyorum.
- Sanat: Akbank Sanat’ta Seçilmiş Cehalet; Salt’da Ten, Beden, Ben; OMM’da Maziye Bakma Mevzu Derin ve Hazal Özkan Art Gallery’de NFT sergisi olan Animal Babes sergilerini gezdim.
Emily in Paris, Inventing Anna, Kulup ve And Just Like That gibi sanatsal bir içerikten daha ziyade keyif odaklı diziler izledim. Ve bu soğuk günlerde asıl Mubi‘ye sardım. Mubi’de 23 film izledim. Bazısını daha çok sevdim, bazısını daha az. Ama hepsinin ayrı birer görsel şölen olduğu şüphesizdi. Kieslowski’nin Kırmızı, Beyaz ve Mavi üçlemesini izlemediyseniz şiddetle tavsiye ediyorum.

- Bakım: Şu filtreler hayatımıza girdiğinden beri kendime daha çok baktığımı kabul etmek zorundayım. Kaşlarımdaki daha önce yaptırdığım ve artık rengi solarak grileşmiş micro bleeding’i sildirdim. Cilt bakımı ve botoks için adresim her zamanki gibi Adana’daki canım doktorum Gül Fennibilek oldu. Bir de dudak renklendirme yaptırdım. Bu dudak renklendirmeyi çok merak edenler varmış, çok soran oldu. Önümüzdeki ay ikinci seansına gideceğim. Tamamlandıktan sonra detayları paylaşırım, önce bir sonucunu görelim.
- Yatırım: Biliyorsunuz, bir süredir çok minimal kıyafet alışverişi yapıyorum ve hatta kıyafetlerimi Mushaboom Dükkan‘dan yeni sahiplerine kavuşturuyorum. The Second Hand Effect isimli bir rapor okudum: Geçen sene herkes yenisi yerine ikinci el bir kıyafeti satın alsaymış, 5,7 milyar ton karbondioksit emisyonu tasarrufu sağlarmışız. Bu da yılda yarım milyon arabayı yoldan kaldırsak alacağımız sonuçla aynıymış.
Daha da azalmanın peşindeyim, dolabıma da artık sadece gerçekten uzun yıllar kullanacak kadar seveceğim, kaliteli ve özgün parçalar eklemek istiyorum. Bu yüzden geride kalan aylarda hiç kıyafete yatırım yapmadım. Ama en son San Francisco seyahatimde aldığım kürkün de çok iyi bir yatırım olduğunu kabul etmeliyim; soğuk günlere hayatımı ve keyfimi kurtardı.
Midas’a üye oldum, Amerikan borsasına minik deneme girişleri yaptım. Ama asıl yatırımım önümüzdeki aylardaki seyahatlere ilişkin uçak ve festival biletleri oldu. Önden ufak bir ipucu vereyim, nisan ayı itibarıyla çok fantastik yerlerden bağlanacağım size. Haftada 60 saat çalıştığım bu üç ayın acısının çıkacağı garantili.
Bir de aşırı tüketime ve her şeyden aşırı hızlı sıkılmamıza bir karşı duruş olarak, analog bir kamera aldım. Yashica. Daha kalıcı anılar biriktirmek, çektiğim şeylerin ne olduğunu bilmeyip heyecanlanmak istiyorum.


- Hobi: Off Road deneyimledim, gerçekten merak ettiğim ve hiç yapmadığım bir şeydi. Bir de yelken kursuna başladım. Kar sebebiyle pek çok dersim iptal olmuş olsa da, haftada bir gün o teknenin üzerine binip açılmanın keyfi bile yetiyor. Bu kursu bitirince onun da detaylarını paylaşacağım sizinle, İstanbul’da kalanlar için güzelleşen havalarda müthiş güzel bir etkinlik olur.
Yılın bu ilk çeyreğinde, planladığım kadar çok evimin dekorasyonu ile ilgilenemedim, başladığım yoga serilerinin hiç birini tamamlayamadım ve üzerinde çalıştığım konulara ilişkin hukuk kitapları dışında pek kitap okumadım. Yine de bakıyorum da, çok dolu dolu güzel geçmiş be.
Nisan ayı itibarıyla seyahatlerim başlıyor. Ayrıca iki tane sürpriz projem olacak size. Biri bir kıyafet markası – evet evet sıkı tutunun muazzam parçalar geliyor. Bütün yaz boyu nereye giderseniz gidin yanınızdan ayırmak istemeyeceğiniz, yıllarca aşık olarak kullanacağınız parçalar… Detaylar çok yakında. Bir de Aşk Peşinde Masallar‘a benzer muzip ve ilişkiler üzerine bir proje var aklımda.
Gelelim mart keşiflerime. Nefes almadan çalıştığım günler çoğunlukta olduğundan çok fazla yeni keşif yok, bu yazı sonsuz bir uzunlukta olmayacak panik yok. 🙂


Göztepe Parkı, İstanbul’un popüler ve adı çok duyulan parklarından biri olmasa da, o civarlara giden herkes sahilde takılmayı tercih etse de, içindeki ahşap banklardan oluşan piknik alanları, tenis kortları ve dev fil heykelleri olan havuzu ile keyifli parklardan biri. O taraflara yolunuz düşerse bu parkta yürümeyi ve bir banka oturup biraz vakit geçirmeyi ihmal etmeyin.
Yeme İçme İşleri‘ni hala keşfetmediyseniz mutlaka takibe alın derim. Çok güzel konseptlerde çok sıradışı etkinlikler yapıyorlar. Bu ay St. Patricks Day sebebiyle Celtic Irish Pub’taydık. Taksim’deki Celtic Irish Pub çok güzel bir mekanmış, üst katında da canlı müzik performansları oluyor, bu vesileyle orayı da keşfetmiş oldum. Yeme İçme İşleri, Guiness’lerimizin yanına harika yemekler hazırlamıştı. Ayrıca bir de guiness soslu bir tatlı vardı ki, offf off off! “Bu her zaman erişilebilir olmalı, lütfen yapın satın.” diye tutturduysam da, Yeme İçme İşleri’nin etkinliklerinin özel yanının her zaman erişilemezlerle dolu olduğu bir kere daha hatırlatıldı.
Mubi’de bu ay izlediklerim arasından da tavsiye edeceğim bir kaç film var. Bunlardan ilki Cold War, Cannes film festivalinde en iyi yönetmen ödülü almış siyah beyaz bir film. Tam bir görsel şölen olduğu gibi, çok tutkulu bir aşkın iki kişiyi de ne kadar hırpalayabileceğini ilginç bir aşk hikayesi çerçevesinden anlatıyor.

Pedro Almodovar’dan Julietta, bir anne kız ilişkisi ile bir aşk hikayesini bir arada anlatıyor. Müthiş güzel evlerin ve tablo gibi sahnelerin eşliğinde. “Yokluğun hayatımı tamamen dolduruyor ve onu yok ediyor.” Yine Pedro Almodovar’dan değişik bir şey izlemek isterseniz, İnsan Sesi, Jean Cocteau’nun aynı isimli tiyatro oyununun yarım saatlik bir post modern yorumu. Başrolde Tilda Swinton ile bir tiyatro oyununun kısa filme nasıl güzel dönüştürülebileceğinin örneği.
Antonia’nın Yazgısı, Oscar ödüllü bir Hollanda / Belçika filmi. Bir kadının bir köyü nasıl değiştirebileceğini, insanda filmi durdurup bazı cümleleri not etme arzusu uyandıracak kadar güzel cümleler kullanarak, masalsı ve muzip bir biçimde anlatan bir film. Çok feminist, çok tatlı.
Keyifle ve keşifle kalın!
Gene harika bir yazı olmuş bir sürü şey not aldım enerjin ve pozitifliğin katlanarak artsın bize de geçiyor başarılar genç arkadaşım.
BeğenBeğen
Ne mutlu bana! Harika keyifli keşifli günler olsun! Kocaman sevgiler ❤
BeğenBeğen