Bahsetmek istediğim o kadar çok şey birikti ki! Fakat bu aralar yolu Sakız Adası’na düşecek olan, tavsiye isteyen çok olduğu için Sakız Adası -nam-ı diğer Chios’a öncelik vermek şart oldu.

Çeşme’nin tam karşısına konumlanmış Sakız Adası, Çeşme Marina’dan 45 dakikalık feribot yolculuğu ile ulaşabileceğiniz mesafede. Arabayla gitmiyorsanız, bir kaç euro fazla ödeyip Ertürk’ün Hi-Speed Katamaran’ı ile gitmenizi tavsiye ederim. Beşiktaş – Kadıköy arası yolculuk yapar gibi, 20 dakika içinde Sakız Adası’na ayak basıyorsunuz.

Ancak arabayla gitmiyorsanız, mutlaka oradan bir araba kiralamanız gerektiği de aklınızın bir kenarında olsun. Çünkü Sakız Adası, büyük bir ada ve feribotla gittiğinizde yanaştığınız liman civarında matah hiç bir şey yok. Düz vites araba kullanamam derseniz, araba organizasyonunuzu da önceden yapmanız gerekiyor. Otomatik vites kiralık araba sayısı oldukça az.

Kapıdan vize uygulaması devam ediyor. Dolayısıyla Shengen yoksa da, kapı vizesiyle Sakız Adası’na giriş yapabilirsiniz. Ancak bayramda, seyranda, haftasonunda gidecekseniz, o kadar uzun bir sıra oluyor ki; kapı vizesi size epeyce zaman kaybettirebilir. Ayrıca gidip konsolosluktan vize başvurusu yapmanızla aynı ücreti ödeyip, çok daha kısa bir vize alırsınız. O yüzden bana akıl sorarsanız, Çeşme’de tatil yaparken bir anda Sakız Adası’na gitmeye karar vermek gibi harika spontane durumlar haricinde, önceden Kozmos’tan randevunuzu ve ardından vizenizi alıp gitmenizi tavsiye ederim.

“Sakız Adası’na gidelim mi? Tavsiye ediyor musun?” diye soranlar da oluyor. Elbette ki bu neyin peşinde olduğunuza bağlı değişir. Çılgın bir gece hayatı ile havalı sokaklar peşindeyseniz, istikametiniz Mikanos olmalı. Harika manzaralara karşı konfor içinde romantizmden ölerek şarap içmek istiyorsanız Santoroni’ye gidin. İki günden uzun zaman geçirecekseniz ve hemen sıkılanlardansanız Midilli çok daha büyük bir ada. Her gün beş tane bikini değiştireyim, leziz kokteyllerimi içip beyaz yataklarda güneşleneyim, biraz sağı solu kesip keyif çatayım diyorsanız hiç Sakız’a geçmeden Çeşme’de kalın.

Sakız Adası, size lezzetli deniz ürünleri, harika bir deniz, ilginç ve kesinlikle çok fotojenik köy sokakları ve bol bol yeşil bakir alan vaad ediyor. Bir de tabii ki mastikalı her şey! Çok keyifli bir haftasonu için yeterli her şeyi başka bir deyişle…

Sakız Adası’na ayak bastığınız liman civarında “Şunu asla kaçırmayın.” diyebileceğim bir şey yok. Feribota binmeden önce son alışverişleri yapmak ve bir soğuk bira içip marinadaki yelkenlileri izlemek için dönüşte uğrarsınız.

O yüzden marinada çok oyalanmadan arabanıza atlayın, tabelaları takip ederek Armolia‘ya gidin. Burası Sakız Adası’nın seramikleri ile ünlü köyü. Hayatımda gördüğüm en şık güveçler, en güzel boyanmış tabaklar ve fincanlar oldukça uygun fiyatlara satılıyor. Birilerine hediye götürecekseniz de buradan almanızı tavsiye ederim.

Çok uzun zaman ayırmanıza gerek yok, zaten karşılıklı birkaç dükkanda oldukça birbirine benzer ürünler satılıyor. Armolia’dan alışverişinizi yaptıktan sonra, çok yakınında bulunan Pirgi Köyü‘nü ziyaret edebilirsiniz. Bu köyde, kendine çok özgü bir duvar sanatı var. Altı siyah olan bina dış cephelerinin üzerini beyaz kireçle kaplayıp, ardından geometrik desenler kazıyorlar.

Arabanızı park edeceğiniz otoparkın çok yakınında bir köy kahvesi var: Kato Porta Cafe. Turistler genellikle meydandaki cafe’lerde oturduğundan, ben birbirine laf atan, yüksek sesle kahkahalarını ortaya savuran Yunan amcaların arasında oturmayı çok seviyorum. Sipariş vereceğiniz şey ise şüphesiz Frappe. Bizde buzlu kahve diye sipariş edilen içecek ile alakası olmayan ve Yunanistan’da her yerde içebileceğiniz frappe çok daha koyu kıvamlı, çok daha lezzetli. Sütlü – sütsüz, şekerli – şekersiz damak tadınıza göre seçiminizi yapabilirsiniz.

 

Pirgi Köyü’nün sokakları arasında gezmek, bir sürü fotoğraf çekmek ve buraya özgü taş sanatının minyatürleri olan magnet ve tablolardan almak atlamamanız gereken şeyler.

(Ben oradaki bir binanın ön cephesinin minyatürünü aldım 🙂 )

Pirgi’den sonra güney kıyısına doğru devam ettiğinizde ulaşacağınız Mesta, benim Sakız Adası’nda en sevdiğim yerlerden biri. Burası bir Ortaçağ köyü. Oldukça iyi korunmuş, labirenti andıran sokakları, duvarlardan sarkan begonvilleri, yollarındaki çiçek dolu saksıları ile çok huzurlu ve güzel bir açık hava müzesi gibi.

Bir önceki Sakız Adası seyahatimizde, Mesta’yı yalnızca birkaç saatliğine deneyimlemiş, bir sonraki gelişimizde mutlaka burada kalmaya karar vermiştik. Bu yüzden biz Mesta’daki Lida Mary’de konaklamayı tercih ettik. Mesta’nın merkezinde, oldukça tarihi bir binada, ufacık ama oldukça konforlu bir odada kaldık. Gecelik 50 euro gibi bir ücret ödediğimiz düşünülürse, fiyat – kalite performansı gerçekten inanılmaz iyiydi.

Özellikle otelin müdürü Tasos, kalbimizde yakışıklılığı ile ayrı, sempatikliği ile ayrı, bize verdiği muazzam tavsiyeler ile ayrı yer kazandı. O olmasaydı, bir sürü şeyi keşfedemezdik. Ola ki yolunuz düşerse, kendisine lütfen çok selamımı söyleyip öpücüklerimi iletin. 🙂

Mesta’da konaklamayacaksanız da, her zaman açık olmayan ama açıksa zaten kokusunu takip ederek bulacağınız lokmacı kesinlikle pas geçmemeniz gereken adreslerden.

Salaş ama lezzet bombası bir öğün içinse, Mesta meydanının hemen yanından geçen ara sokakta bulunan ve kırmızı beyaz kareli masa örtüleri olan küçücük restorana oturup, bir suvlaki bir de taze Chios birası siparişi verin.

Mesta sokaklarını gezerken, Sakız Adası’nın en büyük kilisesi olan Taksiarhi Kilisesi’ni de atlamayın. Bir de bu Ortaçağ köyünde, korsan yağmalarından kaçınma yöntemi olarak bir zamanlar bütün köyü çatıdan çatıya atlayarak gezmenin mümkün olduğu bilgisi de aklınızın bir kenarında kalsın. Sokaklarda gezerken, kafanızı kaldırıp, o zamanları hayal edin.

Adadaki plajların çoğunda hiç bir tesis bulunmuyor. Dolayısıyla şezlong, havlu, yiyecek ve içecek gibi ihtiyaç duyacağınız her şeyi yanınızda götürmeniz gerekiyor. Eğer ki bir plajda şezlong ve şemsiye varsa, turist rehberlerinde ve haritalarda “organized beach” olarak özellikle belirtiliyor. Mesta’ya yakın böyle şezlonglu şemsiyeli plajlardan birisi Lithi Bay.

Organize plajların en büyük dezavantajı, -%90’ı Türk olan- çocuklu turistler tarafından özellikle tercih edilmeleri…Haliyle çok gürültülü ve çok kalabalık olmaları… O yüzden kitap okuyup huzur bulmak istiyorsanız veya sevdiceğinizle romantik saatler yaşamanın peşindeyseniz, “organized beach” olarak işaretlenenleri hiç düşünmeden pas geçebilirsiniz.

Lithi Bay’e biz yolumuzun üzerinde olduğu için uğradık. Serinlemek ve mola vermek için iyi bir adres; ama çok sıra dışı bir deniz beklememenizde fayda var. (Daha güzel plajlardan tabii ki bahsedeceğim.)

Armolia, Pirgi, Mesta derken, gün batım saati yaklaştığında, adada gidebileceğiniz en güzel yer ise kesinlikle Avgonima. Ancak uyarmalıyım, diğer köylerden farklı olarak buranın yolunda asfalt olmayan kısımlar var. Üstelik deniz mesafesinden giderek yükseldiğiniz oldukça kıvrımlı bir yol takip etmeniz gerekiyor.

Tabii bu zorluğa karşılık, sizi yol boyunca bir tarafınızda çam ormanları, diğer tarafınızda adada olduğunuzu her hücrenizle hissedebileceğiniz uçsuz bucaksız ve nefes kesen bir deniz manzarası bekliyor.

Armolia’ya gitmenin tek amacı, harika bir manzara sunan yolu değil tabii ki; tam tepede, dört bir yanı deniz gören Asteri Restoran adada gün batımını en iyi izleyebileceğiniz nokta.

Yemekleri ve ev yapımı şarapları da leziz. Erkenden gidin, en kenardaki masayı kapın, keyfinize bakın. Özellikle bu adaya özgü, pişirilerek servis edilen bir peynir olan Mastello siparişi vermeyi sakın ihmal etmeyin.

Lezzetle ve keyifle kalın!