Isparta Civarında Bir Cumartesi: Salda Gölü, İnsuyu Mağarası, Kuyucak Köyü

Sabah uyanıp gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm şey yatağımın yanındaki duvarda asılı devasa Mekke fotoğrafı, kafamı kaldırdığımda gördüğüm şey ise, annem orada olsa, ertesi gün hepsini devasa bir çöp torbasına doldurup kapının önüne atacağı cinsten ıvır zıvırın hazine gibi sergilendiği boydan boya kaplı camlı dolap.

Üçümüz farklı saatlerde aynı manzaraya uyanarak, yataklarımızdan kalkıyor ve balkonumuzdaki hamağın çevresinde buluşuyoruz. Kuyucak Köyü’ndeki ikinci günümüzün sabahı.

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2712.JPG

Lavantaların çokluğu, filtre kahvenin yokluğu ile birleşince gerçekten mayışık bir haldeyiz. Ev sahibemizin gözlemeler, haşlanmış yumurtalar ve patateslerle donattığı kahvaltı masasına oturuyoruz.

Daha saatlerce o balkonda çaylarımızı yudumlayarak oturup, spiritüel maceralarımız hakkında konuşmaya devam edebiliriz; ama Salda Gölü’ne yola çıkma vaktimiz yaklaşıyor. Ev sahibemiz “Köye gelen herkes Salda Gölü’ne de gidiyor. Biz hiç gitmedik, inşallah biz de gideceğiz.” diyor. Şaşırıyoruz önce, yapılacak şeylerin sınırlı olduğu yerde yaşayanların, etrafı keşfetmesinin olağan bir alışkanlık olacağı varsayımıyla… 

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2451.JPG

Kuyucak Köyü’nden Salda’ya giderken, yolda öncelikle Lisinia Proje Alanı’nı ziyaret ediyoruz.

Lisinia, doğan ve batan güneşin sudaki pırıltısı anlamına geliyormuş.

İçeri girdiğimiz anda dikkatimizi çeken ilk şey ağaç dallarından yapılma devasa hayvan heykelleri oluyor.

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2443.JPG

Rengarenk bayraklar asılmış kamp alanına girmeye çalıştığımızda boyu dizimize gelen bir erkek çocuğu karşımıza dikilip, “Burası çocuklara özel kamp alanı. Siz giremezsiniz.” diyor. Velede ayrı, çocukların yetişkinler olmadan kamp yaptıkları ve doğal hayatla tanıştıkları bir kamp alanları olması fikrine ayrı bayılıyorum. Çocuğunu büyük şehirlerdeki evlerin dört duvarı arasından çıkartıp, böyle deneyimler yaşamaya getiren her anne babaya kocaman gülümseyerek kendi çapımda teşekkür ediyorum.

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2453.JPG

İçeride her türlü bitki yağı, doğal bitkilerden yapılmış kremler ve bitki çayları satın alabileceğiniz bir kısım; bir de “yaban hayatı koruma” amaçlı yapılmış bir barınak var.

Çeşitli sebeplerle yaralanmış yabani hayvanları -çoğunlukla devasa kuşlar kartallar atmacalar gibi- iyileşene kadar burada kafeslerde besliyorlarmış, iyileştikleri zaman da tekrar doğaya salıyorlarmış.

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2459.JPGlavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2460.JPG

Oradan çıktıktan sonra, başka mola vermeden doğrudan Salda Gölü’ne gidiyoruz. Bizi götüren abi, memurmuş, hafta sonları ek gelir olması için bu transfer işini yapıyormuş. Bizim sorularımızı cevaplamak dışında pek konuşmuyor bizimle, ama Türkçe pop şarkıları sevmemizden ve radyonun sesini açıp avaz avaz eşlik etmemizden oldukça memnun bizi Salda Gölü’ne götürüyor.

Ne yalan söyleyeyim, ilk fotoğraflarını gördüğüm günden bugüne kadar Salda Gölü’nün  gerçekten bu kadar beyazdan maviye olabileceği konusunda şüphelerim vardı. Nedense bana hep aşırı photoshop’lanmış hissi vermişti ve gittiğim zaman “eh işte” diyeceğim, “beyazımsı” ve “mavimsi” renklerle karşılaşmaya kendimi hazırlamıştım.

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2494.JPG

Oysa ki daha yolda gölü tepeden görmeye başladığımız anda, gerçekten beyaz ve mavinin kontrastına inanamıyoruz. Çekip instagram’a yüklediğim videoyu görenler “Neresi olduğunu yazmasan, kesin egzotik bir yer sanırdık.” diye mesajlar atıyorlar.

Salda Gölü boyunca insanlar güneşleniyor ve hatta çadır kuruyor veya piknik yapıyor. Gölün 500 metre kadar gerisi ise, prefabrik binalardan oluşan dizi dizi cafe’lerle dolu. Belediye Başkanı, gölün doğasının bozulmaması konusunda oldukça özenliymiş. Zaten yol boyunca da kendisinin gururla gülümsediği, “Türkiye’nin Maldivleri’ne hoşgeldiniz.” mesajlı devasa tabelalar görmüştük. Hatta bu nedenle bu sene burada yapılması planlanan saykodelik festivale de izin vermemiş. Tuvaletler konusunda da bu hassasiyetini göstermiş, hiç bir cafe’nin tuvaleti yok, umumi bir tuvalet alanı var, gölden yaklaşık 1 kilometre uzakta.

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2510.JPG

Biz Salda Gölü’ne ulaştığımızda önce kafein ihtiyacımızı karşılamak için cafe’lerden birine oturuyoruz. Birer Türk Kahvesi, bir de bu yörenin meşhur tatlısı olan ceviz ezmesinden söylüyoruz. Ceviz ezmesine o kadar bayılmıyoruz, ama buraya “Saldivler” denilmesini direk benimsiyoruz.

Kahvelerimiz bittikten, fallar bakıldıktan, hayatlarımızdaki adamların kulakları biraz sitem, bolca sevgiyle çınlatıldıktan sonra, o masmavi sulara doğru bembeyaz kumların üzerinden yürümeye başlıyoruz.

Gerçekten inanılmaz!

Gerçekten photoshop hilesi filan değil. Burada kumlar bembeyaz, göl masmavi!

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2584.JPG

Akşamüstüne kadar orada büyük bir keyifle güneşleniyoruz, suya giriyoruz, fotoğraflar çekiliyoruz.

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2540.JPGlavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2664.JPG

Karnımız acıkmaya başladığında, yeniden cafe’lerin olduğu kısma geçip, buralarda çok meşhur olan kıymalı tost ve gözleme siparişi veriyoruz.

Burdur’a dönüş yolumuzda, tepesine devasa beyaz kaleler inşaa edilmiş gibi görünen dağların büyüleyici manzarası ile seyahat ediyoruz. Anlamaya çalışıyoruz “Ne bunlar? İnşaa edilmiş bir şey mi, doğal bir şey mi?” Mermer ocakları olduğunu açıklıyor şoförümüz.

Dönüş yolumuza yakın bir mağara olduğunu keşfediyoruz: Burdur İnsuyu Mağarası.  Üstelik şoförümüz de hiç gitmemiş. Hep öyle olur ya, yakınındaki yerlere “Nasıl olsa bir gün gideriz.” diyerek hiç gidilmez. 

Ona da vesile olmak istiyoruz, “O zaman gidiyoruz mağaraya, hep birlikte geziyoruz.” diyoruz.

Kendi kendime gülüyorum, “Ohoo, biz iyi ki araba kullanamıyoruz. Yoksa gittiğimiz her yerde yakında şu var, aaa gelmişken bunu da görelim, diye diye yirmi günde dönemez olurduk.”

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2567.JPG

Gerçekten Türkiye böyle bir ülke. Gittiğiniz her yerde mutlaka tarihi bir şeyler veya bir doğa harikası veya o yöreye özgü muhteşem bir lezzet var. Dolayısıyla euro ve dolar kurunun inanılmaz arttığı bu günde, Avrupa’nın büyük bir kısmını gezmiş biri olarak, bu kur artışına “Artık seyahat edemeyeceğiz!” diye isyan eden herkesi hafiften bir silkelemek istiyorum: Türkiye’yi gezin!

Avrupa’ya yaptığım seyahatlerin hiç biri için pişman değilim, ayak basmadığım yalnız birkaç ülke kalmıştır, hepsinde de çok keyifli zamanlar geçirdim; ama Türkiye’de yaptığım seyahatler de beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı. Ne lezzet, ne tarih, ne de doğa açısından! Üstelik Türkiye’de daha sık seyahat etme kararı almamın arkasında bir tespit vardı: “Roma önümüzdeki en az 50 sene daha Roma olarak kalacak, ama Türkiye’deki her şey rant için büyük bir hızla yok oluyor. Şimdi gördünüz, gördünüz, yoksa çok geç olacak.”

Bu yüzden kur artışı konusunda tek derdiniz seyahatse, dert etmeyin. İçinde seyahat aşkı olanın derdi para değildir. Ben mesela üç kuruş öğrenci harçlığımla gezmiştim Avrupa’nın büyük kısmını. Hostellerde konaklamış, her şehirde yalnız bir defa gerçekten güzel bir restoranda yemek yemiş, her yere de yürüyerek gitmiştim. Ama para bu kadar meseleyse de, Türkiye’de gezin. Doğusu da batısı da gerçekten harikalarla dolu.

Burdur İnsuyu mağarasının kapı girişinden çok geride bir soğuk hava dalgası sarıyor vücudumuzu. Sanki üzerimize çok şiddetli vuran bir klima varmış gibi. “Mağara çok soğuktur.” diye açıklıyorlar, güneşlenirken üzerinde yattığımız havlularımızı sarıyoruz vücudumuza. Girişindeki soğuğun bilimsel bir açıklamasını araştırıyoruz internetten bulamıyoruz. Genel tabirler “ceryan” yapacak iki taraflı bir boşluk yok, içeri girdikten sonra da soğuk bir anda kesiliyor; ancak mağaranın ağzı en kuvvetli klimanın bile yapamayacağı kadar soğuk bir hava üflüyor dışarı doğru. Bu da mistik bir korkutuculuk katıyor mağaraya. 

Ne yazık ki eskiden içeride olan su birikintileri artık kurumuş. Yine de mağara ürkütücü bir büyüleyiciliğe sahip. Cebimizdeki bozuk paraları atarak dilekler diliyoruz. Hayatında çaba harcayarak yapılabilecek her şeye sahip her kadın gibi dileklerimiz hep aşk üzerine…

Akşam köydeki evimize döndüğümüzde gerçekten yorgunuz. Üzerimizdeki kıyafetleri çıkartıp, duş aldıktan sonra bizim için hazırlanan akşam yemeği sofrasına oturuyoruz. Ev sahiplerimiz ortadan kaybolduktan sonra da, valizlerimizin içindeki şaraplarımızı çıkartıyoruz. Gök yüzündeki yıldızları izliyoruz, hafifçe ürperen vücutlarımızı battaniyelerle doluyoruz. “İyi ki geldik!” diyoruz.

Youtube’dan bir meditasyon açıyoruz yataklarımıza yattığımızda, daha ilk dakikalarında uykuya dalıyoruz. Uykuya dalmadan önce “Keşke anahtar koysaydık yastıklarımızın altına.” diye düşünüyorum. En sevdiğim batıl inançlardan birine göre, ilk defa uyuduğunuz bir evde yastığınızın altına anahtar koyarsanız, rüyanızda evleneceğiniz adamı görürsünüz. 

Sonra kapıların kilitlenmesine bile gerek duyulmayan bir köyde olduğumuzu hatırlıyorum. Oldukça derin bir uykuya dalmadan önce…

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2725.JPG

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2728.JPG

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra köy meydanına iniyoruz. Küçücük tabii ki, ama her yer mor boyalı, her yer lavanta dolu. Adım başı dükkanlar ve sokaklarda tezgahlar var. Lavantayı size her formda satıyorlar: Taç, yağ, oda kokusu, kurutulmuş…

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2739.JPG

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2770.JPG

Henüz çok çok amatör olduklarını fark ediyoruz burada gezinirken. Cafe’ler tıka basa dolu; ama kahve buz gibi geliyor, sular kahve bittikten çok sonra…

Herkes aynı çirkin şişelerde satıyor lavanta yağlarını, gül sularını. Birine alıp hediye götürsen, burun kıvıracağı sunumlar… “Umarız, bir gün bu köyden birileri İstanbul’a gelir, üniversite okur, Avrupa’yı gezer ve köyüne geri dönüp bunlara el atar.” diyoruz.

Çünkü sunum işini de çözseler uçar gider bu köy!

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2790.JPG

lavanta_kuyucak_ısparta_salda_mushaboom8IMG_2824

Pembe köy evimizle vedalaştıktan sonra, valizlerimiz demet demet lavantalarla dolu İstanbul’a geri dönüyoruz.

Lavantaların İstanbul’daki hayatımıza da huzur katacağına inanarak…

Keşfederek, mis kokularla kalın!

 

Isparta Civarında Bir Cumartesi: Salda Gölü, İnsuyu Mağarası, Kuyucak Köyü” üzerine bir yorum

Yorum bırakın